HABERLER
01-01-2010 23:59

BAŞBAKAN KONUŞMASININ TAM METNİ

BAŞBAKAN KONUŞMASININ TAM METNİ

GÜNDEM TERÖR VE KOALİSYON

KONUŞMANIN TAM METNİ

Düzce Belediye Başkanı Mehmet Keleş´in de katıldığı AK Parti Genişletilmiş Başkanlar Toplantısında son günlerde tırmanış gösteren terör olayları ile koalisyon görüşmeleri ele alındı.

Ankara´da yapılan AK Parti Genişletilmiş Başkanlar Toplantısında Başbakan Ahmet Davutoğlu´nun konuşmasının tam metni:  

"AK Parti ailemizin değerli mensupları, saygı değer dava arkadaşlarım; Genişletilmiş İl Başkanları toplantımız vesilesiyle buluşmaktan büyük bir memnuniyet duyuyor, hepinizi saygıyla, muhabbetle selamlıyorum.

103. Genişletilmiş İl Başkanları Toplantımızın hayırlara vesile olmasını diliyorum.

AK Parti, köklü geleneklerin, çok sağlam değerlerin partisidir. Bu geleneklerden biri de ve en önemli değerlerimizden biri de istişare değeri ve geleneğidir. Bu çerçevede de belki başka daha önce hiçbir siyasi partide görülmeyecek ölçüde farklı istişare platformları oluşmuş ve bu platformlarda kritik dönemlerde istişarelerle ortak aklın, ortak vicdanın, ortak ruhun oluşmasına büyük bir özen gösterilmiştir. Bir kez daha kurucu Genel Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan´ı bütün bu gelenekleri başlatması dolayısıyla saygıyla anıyorum.

Bu geleneklerin önemli ayaklarından birisi, genişletilmiş il başkanları toplantısıdır. Çünkü genişletilmiş il başkanları toplantısında 81 ilin sadece il başkanları, gençlik kadın kolları başkanları, belediye başkanları, il ve belediye meclis başkanları değil, o ilin havası, atmosferi de Ankara´ya taşınmaktadır. Her aşamada her ay biraraya gelerek ülkemizin güzel her köşesinden getirdiğimiz selamları almak yanında, halkımızın nabzını, tabanımızın beklentilerini, gelecekle ilgili taleplerini burada hep birlikte ele alıyoruz. Dolayısıyla, genişletilmiş il başkanları toplantısı formel bir toplantı değil, bir gönül birliği toplantısıdır. Başka hiçbir partide böyle bir sağlam ve süreklilik arz eden bir istişare platformu oluşmamıştır, zaten oluşmuş olsaydı da herhalde başka hiçbir parti 81 vilayetten böylesine bir katılımı temin edemezdi, çünkü AK Parti dışında Türkiye´de hiçbir parti 81 vilayeti kucaklayacak ölçüde kapsamlı bir teşkilat yapısına, bir ortak dava arkadaşlığı temeline sahip değildir. Sizlerle gurur duyuyoruz,

Teşkilatımızın her bir ferdi bu anlamda bizim, Ankara´nın hem oradaki gözü, kulağı, aklı, vicdanıdır, hem de oralardan Ankara´ya esen birlik, kardeşlik rüzgârlarının temsilcileridir. Her biriniz geldiğiniz illerden bize selamlar ve oradaki kardeşlerimizin, vatandaşlarımızın talepleriyle birlikte beklentilerini ve gelecek perspektiflerini getiriyorsunuz. Şimdi işte böyle bir atmosferde, çok kritik bir dönemde, çok tarihi günlerde biraraya gelmenin sorumluluğunu omuzlarımızda taşıyoruz. Neden kritik günler? Bunun arka planını vermek ve sizlerle paylaşmak istiyorum.

Türk demokrasi tarihi 1940´lardan, 30´lardan bugünlere, 50´lerden itibaren de demokrasi tarihi bir sarkacı, bir iki uç arasında gidiş-gelişi temsil eder ve iki ucun birbirlerini destekleyen, bazen desteklemek suretiyle çıkardıkları krizlerle uğraşmak zorunda kalmıştır. 1940´ların otoriter rejimi 1950´lerde rahmetli Menderes öncülüğünde demokratikleşmeyle sonlandırıldı. Ancak, 1950´lerin sonlarına doğru kamu düzenini ve devlet hiyerarşisini yok sayan bir cuntalaşma bir kaosa yol açtı. Otoriterleşme, özgürlükler, kaos, tekrar otoriterleşme sarkacı o günden bu günden devam eder.

27 Mayıs ihtilali otoriter bir dönemi başlattı, halkın seçtiği temsilciler Yassıada´da yargılandı. Ama bu otoriterlik arkasından 1960´ların sonlarına doğru bir kaosu, 1970´lerin başlarında 12 Mart muhtırasının getirdiği 12 Mart otoriterizmini gündeme getirdi. Bizim çoğumuzun gençlik yıllarında 12 Mart´ın hemen sonrasında yeniden kaos sarkacına girdiğini gördük. 70´li yılların sonları kamu düzeninin kalmadığı, kaos dönemleri olarak hep hatırlanır. Kurtarılmış bölgeler, şimdi PKK terör örgütünü de çıkmasını sağlayan şartlar işte bu otoriterleşmeyle kaoslaşma diyelim arasında gidiş gelişin günleridir.

Bu kaos başka bir otoriter rejimle, 12 Eylül otoriterliğiyle sona erdirilmeye çalışıldı. Ama 12 Eylül´ün hukuk tanımaz, despot yaklaşımı başka bir kaosu beraberinde getirdi. 90´lı yıllarda biz bir taraftan koalisyonların getirdiği istikrarsızlıklar, bir taraftan terörün getirdiği iç çatışmalar, diğer taraftan da bu kaoslardan beslenen ve bu kaosları daha da tırmandıran otoriterleşme eğilimleriyle yaşadık. 28 Şubat böyle bir kaosun sonrasında kendisince düzen kurmak için geldi, ama zulümlerin en büyüğünü halkın üzerinde kurmaya çalıştı, kurdu, kurmaya gayret etti. Daha sonra tekrar otoriterleşme teamülü. İşte bütün bu sarkacı bitiren AK Parti´nin 13 yıllık istikrarlı, özgürlük-güvenlik dengesine dayalı dönemidir. AK Parti döneminde hem kamu düzeni ve istikrar sağlanmış, hem de özgürlük alanları genişletilmiştir. 12 yıl içinde, 13 yıl içinde özgürlük alanları, demokratikleşme yolunda olağanüstü hamlelere öncülük ettik. Olağanüstü hali kaldırmanın, birçok yasaklara son vermenin yanında, Türkiye gerçek anlamda vesayetlerin kalktığı, demokratik bir siyasi iradenin ortaya çıktığı çok istikrarlı bir dönem yaşadı.  Demokrasi tarihimizin otoriterleşme ve kaos arasındaki sarkacına biz son verdik ve bir daha gelmemek üzere bütün vesayet rejimlerine, vesayet anlayışlarına karşı kararlı bir mücadele sergiledik.

7 Haziran seçimleri sonrasında bütün bu siyasi tarihimiz içinde milli iradenin tecilli etmesi bağlamında AK Parti kendi içindeki istişarelerle milli iradenin ortaya koyduğu tabloyu hem benimsedi, kabullendi ve buna saygı duydu. Sizlerle son olarak 11 Haziran´da bir araya gelmiştik, seçimlerin hemen sonrasıydı, bu kürsüden sizlere hitap ettim ve şunu söyledim: AK Parti milli irade partisidir ve milli iradenin tecelli ettiği dönemlerde seçimler sonrasında hiçbir zaman bu iradeyi tartışmamıştır, bu iradenin gereğini yapmıştır ve yine gereğini yapacağız dedim. AK Parti karşısında o günlerde oluşturmaya çalışan blokun anlamsızlığını ifade ettim. Gerilimler siyasetine son verelim, blok siyasetine karşı milli irade siyasetini gündeme getirelim dedim.

O günleri hatırlayacaksınız, bugün terörün sözcülüğünü yapan bazı siyasiler o günlerde sevinç ve zafer çığlıkları içinde Diyarbakır sokaklarında, birçok şehrimizde kalaşnikoflarla kutlamalar düzenleme cüreti göstermişlerdi. O günleri hatırlarsınız, bazı partiler bloklardan bahsetmişlerdi. AK Parti´nin seçimi kaybettiği iddiası ve Türkiye´de yeni bir dönemle birlikte AK Parti karşıtlığına dayalı bir siyasi bloklaşma olacağı iddiası gündemdeydi. Biz sabırla hem bize halkımızın verdiği mesajı okumaya, anlamaya ve gereğini yapmaya çalıştık, hem Türkiye´de meşruiyet çizgisini rayına oturttuk, hem de her şeyin sadece ve sadece Türkiye için olduğunu, şahsi çıkarlarımızın ya da parti çıkarlarımızın ülke çıkarlarımızın önüne geçmeyeceğini gösteren ilkeli, erdemli, ahlaklı bir tavrı ortaya koyduk. Bütün milletimizin önünde cereyan etti 7 Haziran´dan bugüne kadar yaşananlar. Herkes kimlerin hangi siyasi oyunlar içine girdiğini, buna karşı da AK Parti´nin meşruiyetin çizgisini hiçbir zaman terk etmediğini görüyor.

Ne yaptık? Önce kendi içimizdeki istişarelere tamamladık. 11 Haziran´da sizlerle biraraya geldik, hemen arkasından il başkanlarımızla, hemen daha sonra gençlik kolları başkanlarımızla, belediye başkanlarımızla, kadın kolları başkanlarımızla biraraya geldik, milletvekillerimizle tek tek görüştüm, böyle bir dönemde sorumluluk anlayışı içinde neleri yapabileceğimizi tartıştık ve bir yol haritası belirledik, adım adım o yol haritasını kararlı şekilde de uyguladık. MKYK, MYK toplantılarında, Bakanlar Kurulu toplantılarında birkaç hususun hep altını çizdik.

Bir; AK Parti Meclisin en büyük partisi olarak, 258 dava adamının partisi olarak Türkiye´yi kaosa götürecek bir hükümetsizlik dönemine izin vermeyecektir.

İki; 7 Haziran seçimlerinin gerektirdiği siyasi tavrı gösterecektir, Türkiye´de kaosa veya otoriterleşmeye yönelebilecek her türlü eğilimin karşısında açık bir tavır sergileyecektir.

 Üç; Türkiye´nin uluslararası itibarını ve 13 yıllık kazanımlarımızı tehlikeye atacak hiçbir adıma da izin vermeyecektir.

Dört; gerilim politikalarına karşı uzlaşma ve birlik politikalarını öne çıkaracaktır.

Şimdi bakalım, bu yolda hangi mesafeleri aldık? Her şeyden önce Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı seçimleriyle ilgili yapılan bütün spekülasyonlar, gündeme getirilen birtakım etik dışı senaryolara karşı biz 258 dava arkadaşımıza güvenerek kendi adayımızı gösterdik ve 1 Temmuz´da da Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yine AK Parti kadrolarından bir arkadaşımız geldi. 8 Haziran sabahı sevinç naraları atanlar AK Parti kadrolarından bir Türkiye Büyük Meclisi Başkanı seçileceğini hesap edemiyorlardı, ama ülkede teamül var, matematik var, siyasetin sosyoloji, psikolojisi var. Bir tarafta 258 bir dava adamları topluluğu varken, karşı taraftaki bloğun biraraya gelip başka bir adayı seçmesi hem siyasetin doğasına, hem matematiğin doğasına, ama en önemlisi de ahlakın ve erdemin doğasına aykırı olurdu. Bunu başardık, kimseyle de kavga etmeden, kimseyle tartışmadan, kimseyle kutuplaşma havası içine girmeden adım adım sabırla bu yolun taşlarını döşedik ve şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti´nin Cumhurbaşkanı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Başbakanı, ilk üç devlet zirvesi yine AK Parti kadrolarının elindedir. Bunu söylerken diğer siyasi partilerin bu konularda herhangi bir hakkı yok demek istemiyorum. Ama şunu demek istiyorum: 258 milletvekiliyle Türkiye Büyük Millet Meclisi´nin en büyük partisi olma gücünü göstermiş olan AK Parti Türk siyasetinin merkezindeki ve önündeki öncü partidir ve öncü parti olmaya devam edecektir. Yine bu dönemde hep beraber gerçekleştirdik bunu.

Siyaset manipülasyonları veya mühendislikleri yapıldı Türkiye içinde, dışında. Bunları da anormal görmüyorum, herkes bir hesap veya bir siyasi beklenti içinde olabilir, bir rüya görebilir, bir hedef gözetebilir, bunda hiçbir yanlışlık yok. Ama AK Partisiz bir Türkiye dizayn etmeye çalışanlar oldu, AK Parti´nin etkili olmadığı, AK Parti´nin neredeyse suçlu sandalyesine oturtulduğu bir Türkiye dizayn etmek isteyenler oldu. Cumhurbaşkanımızın ve Cumhurbaşkanlığı makamının izole edildiği, dışlandığı bir Türkiye inşa etmek isteyenler oldu, bu hayale kapılanlar oldu 8 Haziran sabahı. Ama aradan işte yaklaşık 1,5 ay geçtikten sonra herhalde herkes bugün görmektedir ki, AK Parti olmadan Türkiye´de siyaset dizayn edilemez, AK Parti olmadan Türkiye´de siyasetin doğası şekillenemez. Sizin bugün 81 vilayetten gelerek gösterdiğiniz bu güçlü mevcudiyet ve dayanışma da bunun bir yansımasıdır; bunun üzerine geleceğim.

Hepinizin ve hepimizin üzerinde olağanüstü bir sorumluluk var. Kutuplaşma siyasetine ve dışlama siyasetine karşı, biz birleştirme, uzlaştırma siyasetini takip etmeye devam edeceğiz, çünkü milletimiz bunu istedi, milletimiz siyasi partilere biraraya gelin, konuşun dedi. Yine bu dönem gösterdi ki, Cumhurbaşkanlığı makamı dışlanarak, izole edilerek Türkiye´de meşruiyet çizgisi içinde siyaset yapılamaz. Meşruiyet her makamın bulunduğu yerin hakkını vermekten geçer, bugünkü anayasal düzen içinde de Cumhurbaşkanlığı makamının yönlendirici rolü ve öncülüğü olmaksızın herhangi bir hükümet kurmak dahi, hatta hükümet kurma görevini almak dahi mümkün değildir, artık herkesin de bu realiteyi görmesinin vakti gelmiştir.

Birileri Erdoğan karşıtlığı, Davutoğlu karşıtlığı, AK Parti karşıtlığı üzerinden siyaset, algı operasyonları yapabilir, ama siyaseti düzenleyemez. Siyaseti düzenleme gücü milletten alınan yetkiyle yapılır, bu yetkiyi de biz aldık. Ama o yetki aynı zamanda şunu söyledi: Yeni hükümeti kurarken bütün partiler biraraya gelsinler, ne olabilecekse bir uzlaşı kültürü içinde çıksın. Biz realist olarak bunu da gördük. Hem kendi gücümüzün farkındayız, hem de bugünkü siyasi tablonun farkındayız. Kendi gücümüzün farkında olup bugünkü siyasi tabloyu doğru okuyamazsak, bir müddet sonra kendi içimizde çelişkiye düşeriz. Ama birilerinin çizdiği siyasi tabloyu veri kabul edip kendi gücümüzü unutursak arkadaşlar, özgüvenimizi kaybederiz. Birileri bunu istedi, ama bilmiyorlar ki AK Parti´nin, AK Parti kadrolarının en önemli güç kaynağı özgüvenidir. Her şey olur, her zorlukla karşılaşırız, ama özgüvenimizi asla kaybetmeyiz.

Şunu gururla ifade edeyim: Arkadaşlarımız burada, bayramda her bir il başkanımızı tek tek aradım, 81 il başkanımızı da, onlarla bayramlaştım. Ama aynı zamanda onlardan bir anlamda rapor aldım, bir muhasebe yaptık iller bazında. Şunu memnuniyetle ifade ediyorum: AK Parti kadrolarının ve AK Partisiz siyasetin olmayacağının, nasıl tepede Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Başbakanlık makamlarındaki mevcudiyetimiz de ortadadır, ama aynı zamanda tabandaki mevcudiyetimiz de. Aradığım il başkanlarımızdan sadece bir arkadaşımız latifeyle karışık -son gün akşamı olduğu için mazur gördüm- tatildeyim diye dürüstçe söyledi, ama bitirdim bütün vazifelerimi Sayın Başbakanım, bütün ilçelerimi gezdim dedi, ama diğer bütün arkadaşlarımız alandaydı, ilçelerdeydi, toplantılardaydı, halkımızla beraberdi. Dava adamlarına tatil yoktur, dava adamlarına bayram halkla buluşmaktır. Dava adamlarının uykusu rüyasında dahi davasını görmekle yaşanır. Dava adamlarının yürüyüşü her adımda ibadet gibi tecelli eder, ama yürüyüş sadece Hakk´a yürüyüştür. Hem davanın içinde yürürüz, hem de sonunda son nefeste Hakk´a yürüyüşümüzün hakkını vermeye çalışırız. Allah bizi bu yürüyüşü hakkıyla yerine getirenlerden eylesin.

İşte böylesine bir dönemde, 9 Temmuz´da Sayın Cumhurbaşkanımız anayasamızın da bir gereği olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı oluştuktan sonra bana görevi tevdi ettiler. O günden bugüne bu görevin ağır sorumluluğunu yüreğinde hissederek ve uzun zamandır böylesi bir görev özellikle de AK Parti dönemlerinde yaşanmamış olması hasebiyle, yeniden eski koalisyon müzakerelerinin olumsuz hatıralarını da zihinlerden silmek üzere kendimize bir yol haritası benimsedik. Hiç kimseyi dışlamadık, AK Parti´yle asla olmaz diyenleri dahi sürecin içine katmaya çalıştık.

Ve 9 Temmuz´da Sayın Cumhurbaşkanımızın verdiği görevi müteakip, 10 ve 11 Temmuz´da daha önce planlanmış ve bizim için bir kutsi vazife olan Srebrenitsa´nın 20. yıl dönümünü şehitlerimizin anma törenlerine katılmak için Saraybosna´ya gittim. Orada gördüğüm tabloyu hiçbir zaman unutmadım, sizlerle de paylaşmak isterim, çünkü o tablolar Türkiye´nin kaderinin sadece Türkiye´nin kaderi olmadığını gösteren tablolardır. Srebrenitsa şehitlerimize vazifemizi yapıp tam da çıkarken bir tekerlekli sandalyede 80 yaşında bir Boşnak teyze ismimle hitap ederek, tanıyorlar, bütün Balkanlar bizi tanır, bizim nezdimizde sizleri de tanır, Ahmet Bey, Ahmet Bey diye seslendi. Yanına eğildiğimde kalabalığın arasından bulup, Boşnakça dua etmeye başladı Allah Türkiye´ye güç ve kuvvet versin diye. Allah Türkiye´yi izzetli kılsın, tekrar Avrupa´ya, dünyaya egemen kılsın diye dua ediyordu. Bu tabloyu hatırlatmamın sebebi şu: Bu dualar emin olun sadece Bosna´da değil, Somali´de, Arakan´da, Filistin´de, Suriye´ye edilen dualardır. Bu teyzemizin üç oğlu Srebrenitsa olaylarında şehit edilmişti orada, geride kalan bir kızı ve damadı yine orada birbirinden ayrılmak zorunda kalmış, günlerce dağlarda o ölüm yürüyüşüne katlanmışlardı. Evine götürdü bizi, hala kurşun izlerinin durduğu evine. Ve yine Türkiye´ye dualar ederek, Allah bir daha bize o günleri yaşatmasın dedi. Ve yine döndü, eğer siz güçlü iseniz biz burada huzurluyuz dedi.

Arkadaşlar, özellikle bugünlerde birileri Türkiye´nin kaderiyle oynamak için, bütün bu duaları boş çıkarmak için çaba sarf ediyor olabilir. Sizlerin görevi, bu duaların hakkını vermek, bu duaların gereğini yapmaktır. İşte bu bilinçle ve Saraybosna´da, Bosna Hersek´te, Srebrenitsa´da yaşadığım o tecrübelerin de verdiği aşkla, şevkle döndük ve hemen hükümet ortaklığı görüşmelerine başladık, 13 Temmuz´da Sayın Kılıçdaroğlu´yla, 14 Temmuz´da Sayın Bahçeli´yle, 15 Temmuz´da HDP eşbaşkanlarıyla görüştük. Vatandaşlarımız şahittir, kullandığımız dilden, üsluptan, yaklaşımdan herhalde herkes bir anlamda Türkiye´de yeni bir siyaset dönemini başlatma iradesini ve bu anlamda da AK Parti´nin seçim sonuçlarını ve milli iradeyi doğru okuma gücünü görmüştür, hiç kimseyi dışlamadık.

Burada özellikle yaptığımız hükümet ortaklığı görüşmelerinde muhalefet parti liderlerinin olumlu tavırları ve ziyaretimiz esnasında farklı görüşler serdetsek de her şeyi açıkça paylaşma olgunluğu ve medeni tavrı sergilemiş olmalarından da duyduğum memnuniyeti ifade etmek isterim.

Bu görüşmeler esnasında ki basına kapalı bölümde sizlere bu konularda arkadaşlar bilgiler de aktaracaklar, Cumhuriyet Halk Partisi´yle istikşafi anlamda karşılıklı olarak fikirlerimizin test edileceği görüşmeleri başlatma kararı verdik. Bu bir koalisyon müzakeresi aşaması değildir daha, her iki tarafın heyetleri biraraya gelerek bir şekilde AK Parti´nin ve Cumhuriyet Halk Partisi´nin kanaatlerini karşılıklı olarak not edecekler. Dün de, evvelsi gün de bu toplantılardan biri yapıldı, başlatıldı, Kültür ve Turizm Bakanımız Ömer Çelik´in koordinasyonunda çok değerli arkadaşlarımızın katılımıyla bu görüşmeleri sürdürecekler, bu hafta içinde bu görüşmeler devam edecek, daha sonra genel başkanlara bunlar aktarılacak ve genel başkanlar alabilecek yol olup, olmadığı konusunda nihai bir istişarede bulunacaklar.

Milliyetçi Hareket Partisi şu anda hükümet ortaklığı görüşmesi yapmak istediklerini ifade ettiler, ama temas halinde olmaya da karar verdik ve Milliyetçi Hareket Partisi´yle de Sayın Faruk Çelik´in koordinasyonunda yürütülen çalışmalarla şu anda temaslarımız sürüyor, icap ettikçe tespit ettiğimiz temas noktaları, şahsiyetleri üzerinden görüşmeler gerçekleştiriyoruz.

Daha 8 Haziran sabahı AK Parti´yle asla diye yola çıkan... Ve yüzde 13´le seçim zaferi ilan ediliyor Türkiye´de, yüzde 41´le neredeyse bizim yas tutmamız isteniyor, nasıl bir matematik psikolojiyse bu. Seçim sarhoşluğu içinde AK Parti´yle asla diyen HDP´yle de görüştük, ama özellikle biraz sonra üzerinde duracağım terör konusundaki tutumları sebebiyle bu konularda herhangi bir mesafe almamızın mümkün olmadığını da şimdi açık bir suretle ifade etmek isterim, biraz sonra detayına gireceğim.

Hükümet ortaklığı görüşmeleri konusunda sürdürdüğümüz açık, ilkeli tutumu bundan sonra da devam ettireceğiz. Ama bu AK Parti´nin kazanımlarından, ilkelerinden fedakârlık anlamına gelmez. Hükümet ortaklığı her iki tarafın da kendi ilkelerini muhafaza ederek uzlaşma noktaları üzerinde yol alıp alamayacağının sınanmasıdır. Herkes kendi görüşünü, kendi ilkelerini ortaya koyar, ama 13 yıllık birikimine rövanşist bir yaklaşım içinde olan kimseyle AK Parti herhangi bir şey konuşmaz. 13 yıllık kazanımlar, varsa farklı görüşler de beyan edilerek muhafaza edilmek suretiyle Türkiye´de hükümetsiz bırakmama adına atılacak adımlar konusunda da uzlaşma kültürü içinde her türlü olumlu tavrı sergileriz. Her şeyi yapacağız, milletimizin biz bir irade beyan ettik, ama bizim seçtiklerimiz bu irade beyanının gereğini yapmadı dedirtmeyeceğiz. O irade beyanının, yani Türkiye´de 7 Haziran sonrası bir hükümet ortaklığı kurma gerekliliğinin üzerimize düşen vecibelerini yerine getireceğiz, ama sonunda, sizleri, 81 ilimizin başkanını bayramda da aradığımda söylediğim gibi, AK Parti kadroları her tür siyasi senaryoya, alternatife hazır olarak dimdik ayakta bekleyecek.

Tam biz bu görüşmeleri yaparken ve Türkiye´de son derece olumlu bir atmosfer içinde yeni bir siyasi anlayış ve karşılıklı diyalog atmosferi oluşmuşken, biraz önce onun için girişte serdettim, Türkiye´nin 13 yılda gerçekleştirdiği istikrar ve huzur ortamını bozmak ve özgürlük-güvenlik dengesini güvenlik aleyhine ortadan kaldırmak için bazı karanlık odaklar harekete geçti.

Dikkatinizi çekerim, birileri bize bayramı haram kılmak istiyor. Son Kurban Bayramında, daha bayramın ikinci günü ailelerimizle bayramlaşırken Kobani olaylarını çıkarıp 52 vatandaşımızın vefatına, katledilmesine zemin hazırlamışlardı bunlar. Bayramı bize fazla görmüşlerdi, İslam dünyasında yaşanmayan bayram sevincinin Türkiye´de de yaşanmaması için düğmeye basmışlardı. 197 bin Kobani´den gelen Suriyeli kardeşimize kucağımızı açtığımız halde bunu yapmışlardı. Şimdi de Ramazan Bayramının bu sefer bitmesini beklediler, ama Ramazan Bayramından hemen sonraki gün 20 Temmuz´da tam da Kıbrıs Harekâtının yıl dönümünde bu sefer şer odakları 3 maşayı birden kullanarak Türkiye´de karanlık bir dönemi başlatmak istediler.

Şunu hesap ettiler: 7 Haziran tek partinin oluşturduğu bir iktidar dönemine son vermiştir, dolayısıyla şimdi kaos çıkarmanın vaktidir. Bir yönetim boşluğu var, dolayısıyla şimdi ortalığı karıştırmanın, milletin geleceğini karartmanın vaktidir. Birileri bu hesabı yaptı ve 3 maşayı aynı anda kullanmaya karar verdiler ya da bu 3 maşa gönüllü olarak alana çıktı.

Maşaların birincisi DEAŞ´tı. Sadece bir terör tehdidi olarak değil, belki de daha ağırı yüce dinimizi, asırlarca farklı kültürleri, farklı dinleri birarada barındıran o derin medeniyetimizin temeli olan inancımızı bütün dünyada karalamak için insanlık dışı görüntülere sebebiyet veren bu örgüt, her şeyden önce İslam dünyasına ve İslam´a savaş açmıştır. Evet, Türkiye de bu örgütü en başından itibaren tehdit olarak telakki etmiş, görmüş ve hiç kimsenin ilan etmediği günlerde 2013 10 Ekim´inde bu örgütü terör örgütü olarak ilan ettik, çünkü yaklaşan tehlikeyi görüyorduk. Aslında daha önce de yaklaşan tehlikeleri gördüğüm için Suriye´de siyasi krizin derinleşmemesi için Suriye yönetimiyle konuştuk, Suriye yönetimi sözümüzü dinlemeyince uluslararası topluma konuşup tedbir alınması için büyük çabalar sarf ettik. Şimdi gelinen nokta bizim 3 sene, 4 sene önce söylediğimiz tedbir noktalarıdır, güvenli bölgeler oluşma da dâhil olmak üzere. Yapmadılar, dinlemediler ve bu terör örgütü Suriye´de hayat alanı buldu, Irak´ta hayat alanı buldu. Başkonsolosluk mensuplarımızı rehin aldı, Türkiye´ye saldırma cüretini veya sınırlara yaklaşma cüreti gösterdiğinde Ocak 2014´te bunları o zaman da cezalandırmıştık.

Bu sefer Suruç´ta 32 vatandaşımızı katletti bu örgüt. Ben hemen ertesi gün Şanlıurfa´ya gidip hastalarımızı, yaralılarımızı ziyaret ettim. Döndüğümüzde arkadaşlarımızla bu örgüte karşı alınacak tedbirleri konuşurken ve ne tür çalışmalar yapılması gerektiğini planlarken, bu kez ikinci maşa devreye girdi, PKK ve Adıyaman´da bir askerimizi şehit ettiler. Adıyaman´daki törene de katıldım, askeri uğurlama törenine, orada gördüğüm o vakur şehit babasının gözleri, yüreği hala gözümün önündedir. O günden bugüne verdiğimiz bütün şehitlere Allah rahmet eylesin. Onların mekânları cennettir. Biraz önce söylediğimiz gibi dava erleri hak bir yürüyüşte istikamet üzere yürürler ve Hakk´a yürürler. Bizler onların makamlarına erişir miyiz bilemeyiz. Ama AK Parti kadroları da bilirler ki, eğer o makama erişmek gerekirse bir an dahi tereddüt etmez, Hakk´a aynı kararlılıkla yürürüz.

Şehitlerimizin acısı yüreğimizdedir, bugün de verdiğimiz şehitlerin acısı yüreğimizdedir. Ama gelecek nesillerin huzur bulması için bazen hepimizin fedakârlık yapması gereken dönemler olur Çanakkale´de 100 sene önce, Sarıkamış´ta 100 sene önce olduğu gibi.

O cenazede 100 sene önce Çanakkale ve Sarıkamış´a atıfta bulundum diye ertesi gün bazı muhalif gazeteler istiklal şehitlerinden niye bahsetmediniz diyor. 100 sene önce 1915´e atıfta bulunuyorum, aradıkları bu. İstiklal şehitlerimizin her biri yüreğimizin paresidir, onlar bizim başımızın tacı, dualarımızın merkezidir. Ve hepimizin, bu salonda herkesin İstiklal Savaşında verdiği şehit akrabası vardır, benim de var. Biz şehitlerin bu mirasına sahip çıktık, çıkmaya devam ederiz.

Nitekim bu sefer PKK üzerinde, eşzamanlı olarak hem DEAŞ, hem PKK üzerinde yapabileceğimiz çalışmaları yürütürken üçüncü maşa devreye çıktı, Suruç´ta katledilen bir vatandaşımızın cenazesini bahane ederek İstanbul sokaklarında yüzleri maskeli ve silahlı şekilde gösteri yapmaya kalktılar. O zaman zihnimizde aylardır zaten her türlü senaryoya hazırlıklı olan güvenlik birimlerimizin gerekli hazırlıkları yapması talimatını verdik. Ama bardağı taşıran son damla, bir gün sonra, 22 Temmuz´da bir sabah erken bir vakitte İçişleri Bakanımızın aramasıyla geldi, iki polisimiz Ceylanpınar´da gece uyurken enselerinden vurularak şehit edildiler. Hani dün şimdi hala Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsüne çıkıp barıştan bahseden HDP sözcüleri var ya, önce bunun hesabını versinler, verecekler verecekler. Hani çatışmasızlık diyerek göz boyayan bir dil kullananlar var ya... Doğru, çatışmadılar o bizim polislerimiz, çatışacak vakit dahi bulamadan şehit edildiler. Çatışmasızlıktan anladıkları buysa, önce neyi konuşacağımızı, hangi terminoloji üzerinden konuşacağımıza karar verelim.

O gün sabah bir taraftan bu şehitlerimizin acısını yüreğimizde taşırken, diğer taraftan acaba başka bir komplo, başka bir suikast var mı, hani birileri bir oyun mu oynuyor diye istihbarat birimlerimizi araştırma talimatı verdim. Gelen cevap şuydu: PKK´nın telsiz konuşmalarında açık bir şekilde hem bu saldırı üstleniliyor, hem de bu talimatın onlar tarafından verildiği ortaya konuyor. Yani ortada bir mesaj var, demek istedikleri şu: Biz gelir çatışmasızlık görüntüsü altında dahi kamu görevlilerini bulundukları yerde öldürebiliriz.

Aynı gün bakınız PKK harekete geçti, zannedersiniz ki diğerleri şey. Ondan bir gün önce eşzamanlı olarak bu sefer aynı gün içinde dağ karakolunda, sınırda DEAŞ askerimizi şehit etti. Sanki birilerini piyonlarını birer birer sahneye sürüyor, birer birer sahneye sürüyor. Yine Diyarbakır´da kaza ihbarı, düşünün, bir trafik polisine kaza ihbarı geliyor, görev yapmak için oraya gidiyor, Diyarbakırlıya hizmet etmek için gidiyor, oradaki vatandaşımıza hizmet etmek için gidiyor ve kaza ihbarı tabi bir pusu, orada uzun namlulu silahlarla polisimiz şehit ediliyor.

Şimdi tabloyu, hepsini biraraya getirdiğimizde 23 Temmuz günü bütün güvenlik birimlerini toplayıp bir güvenlik zirvesi yapma ihtiyacı hâsıl olduğunda şunu gördük: Birileri piyonları sahneye sürüyor. Onun üzerine kararı verdik, piyonlar değil, arkasındaki şahlar, vezirler hedef edinilecek dedik ve o gece eşzamanlı olarak PKK´nın merkezlerine, DEAŞ´a ve DHKP-C´ye operasyon yapma kararı aldık. O gece saat 03:00´te DEAŞ pozisyonları, sınırımıza yakın bütün DEAŞ karargâhları, sığınakları, barınakları, toplanma merkezleri tasfiye edildi. O gece saat 23:00´te de, Cuma´yı Cumartesi´ye bağlayan gece de bu sefer hem DEAŞ mevzilerine dönük operasyon devam etti, hem de Kandil´e dönük olarak, Kandil başta olmak üzere Kuzey Irak´taki bütün PKK üsleri, barınakları, karargâhları, toplanma yerleri, Türkiye´ye karşı plan yapılan ne kadar sığınak, mağara varsa hepsine dönük eş zamanlı operasyon başlatıldı, üçayaklı. Madem birileri üç maşalı, üç hedefli Türk demokrasisini, Türkiye´deki kamu düzenini ve Türkiye´nin itibarını hedef almıştı, biz de üçayaklı bir operasyonu üç maşaya ve arkasındaki güçlere dönük olarak başlattık. Suriye´de DEAŞ, Kuzey Irak´ta PKK ve Türkiye´nin bütün illerinde, bütün illerinde bu örgütlerin şehirlerdeki unsurlarına dönük Emniyet operasyonları başladı. Şu ana kadar 39 ilde 1302 zanlı bu üç örgütten gözaltına alındı, çok sayıda tutuklamalar gerçekleştirildi.

Değerli arkadaşlar, bunu şunun için zikrediyorum: Biz böyle bir kapsamlı operasyon yapma ihtiyacının ortaya çıkmamasını isterdik. Biz 7 Haziran sonrasında sadece siyasetin konuşulmasını isterdik. Biz Türkiye´de bir daha hiçbir şekilde güvenlik tedbirleri alma ihtiyacı olmayan demokratik bir yapının ortaya çıkmasını isterdik. Ama başta söylediğim hususu bir daha söylüyorum; birileri kaos oyunu oynarsa arkasından gelecek otoriterleşme eğilimine karşı biz kamu düzenini savunuruz. Birileri otoriterleşmeye yönelirse, o otoriterleşme eğilimlerine, cuntalaşmaya, vesayete karşı da özgürlükleri savunuruz.

Bunların olmaması için bakın ne yaptık? 20 Temmuz, Suruç saldırısının hemen sonrasında ben parti liderlerine çağrıda bulundum. Dedim ki; gelin 4 parti liderleri olarak ortak bir deklarasyona imza atalım. Hep beraber terör nereden gelirse gelsin, hangi kaynaktan beslenirse beslensin Türkiye´de demokrasiyi savunan parti liderlerinin aynı anlayışla yan yana durduklarını gösterelim. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı dışında buna olumlu cevap veren olmadı. Özellikle de HDP tahrik edici bir üslupla buna karşı AK Parti´yi IŞİD´le işbirliği yapmakla suçlayan açıklamalara devam etti.